Eskiden bir yazıda okumuştum; bir ülkenin geri kalmışlığı kaldırımlarının yüksekliğiyle doğru orantılıymış. Yani kaldırımlar ne kadar yüksekse ülke o kadar geri demek oluyormuş.
Ekonomik refah düzeyi ve teknolojik, materyalistik, kapitalistik sahiplenmecilik gözlüğüyle bakarsak buna doğrudur diyebiliriz. Hatta gelir dağılımı dengesi, internet kullanım oranı, elektrik, su, doğalgazdan yararlanma miktarı gibi benzer birçok örneği de buna ekleyebiliriz.
Fakat bütün bu iktisadi, maddi, nefsi, bedensel gözlükleri çıkarır da ruh ve vicdan bileşimi insani gözlükle başbaşa kalırsak görürüz ki hakiki durum bambaşkadır.
Şöyle ki:
Belediye otobüsüne bindim, Antalya’da Lara’ya doğru gidiyorum.
Önümdeki karşılıklı dörtlü koltukta modern görünümlü genç bir çift ve 3-4 yaşlarında iki çocuğu var.
Çocuklar kendi aralarında oynaşıyorlar, konuşuyorlar, gülüşüyorlar, anne babalarına bir şeyler soruyorlar.
Karşılarındaki koltukta da gene modern görünümlü, şık, temiz giyimli, dik duruşlu, yüzleri gülmeyen yaşlı bir çift var.
Yaşlı kadınla adam kendi aralarında birkaç sefer homurdandıktan sonra dayanamayıp çocuklu aileye şöyle dedi:
“Yeter artık! Rahatsız oluyoruz. Susturun çocuklarınızı!”
Genç kadın “Çocuklarım size ne yapıyorlar? Kendi aralarında oynuyorlar. Ne zararları var?” dedi.
Yaşlı çift “Kendi aralarında oynuyorlarsa kimseyi rahatsız etmeye de hakları yok! Burası modern bir ülke. Kucağınıza alın ve susturun onları!”dedi.
Genç kadın “Biz de Avrupa’da yaşıyoruz (konuşmalarından Almanya’da yaşadıklarını tahmin etmiştim). Sizin başkalarının çocuğuna müdahale etmeye hakkınız yok. Biraz hoşgörülü olun” dedi.
Tartışma bir süre (yaşlı çift homurdana homurdana inene kadar) böyle devam etti.
Müdahale etmemek için kendimi zor tuttum.
Müdahale etseydim şöyle diyecektim:
“Siz modernlikten, medeniyetten söz ediyorsunuz ama ufacık çocuklara tahammül edemiyorsunuz. Çocukların sevilmediği, onlara şefkat ve hoşgörüyle bakılmadığı, tahammül dahi edilmediği bir ülkeden ne beklenebilir ki?”
Bir şey demedim, şahit olmakla yetindim fakat aylarca da bu olay aklımdan çıkmadı.
Şimdi en başta bahsettiğim konuya dönüp şunu söylemek istiyorum:
Asıl gelişmişlik insani gelişmişliktir, teknoloji, kılık kıyafet, mal mülk değil. Zamanın geçmesi de insanın ilerlediğini göstermez. Eski zamanların şiirler okuyup yazan, türküler yakan, ince sanatlarla uğraşan, yardımlaşan, komşusunu gözeten, doğaya, insana, hayvana saygılı insanı bizden çok daha ileriydi.
Bir ülkenin gelişmişliği kaldırımından değil insanından anlaşılır.
İnsanın da insanlığı insanlığından anlaşılır.
O insan ki çocukları sever, şefkat gösterir, hoşgörülüdür, iyi örnek olur (mesela yanlarında sigara içmez, küfür etmez), yardım eder, onlarla konuşur, dinler, oynar.
Aynı şekilde kadınlara karşı da saygılıdır, bağırmaz, kötü söz söylemez, yüklerini taşır, sabreder, sever.
Yoksula da saygılıdır, bir yoksul gördüğünde kendi zenginliğinden utanır, sorumluluk duyar, incitmeden, gizlice yardım eder.
Hayvanları da sever. Ailesi hayvanlardan korkutarak yetiştirmiş de olsa onlara kötülük yapmayı düşünmez.
Kendisinden kötü durumda olan birisini mesela bir engelliyi, bir fakiri, sokakta yaşayanı, aç, kirli bir hayvanı, düşmüş bir kadını, yolda yürürken ayağı takılıp düşeni gördüğü zaman haline şükretmek yerine eziklik hisseder, bir şey yapabilir miyim ya da keşke bir şey yapabilseydim diye düşünüp utanır.
Birisiyle konuşurken göz göze bakar, sözünü kesmez, dinler, bağırmadan, anlaşılır bir dille açık ve dolambaçsız konuşur.
Yalan söylemez, başkalarının da her sözünde yalan aramaz.
Selamlaşır.
İnsan gibidir.
O insanın yaşadığı ülkenin yönetimi faturasını ödemedi diye kimsenin elektriğini, suyunu, doğalgazını kesmez, sıkıntın nedir diye sorar.
Kısaca, bir ülke insanının gelişmişliği zengininin fakirine duyduğu saygıyla doğru orantılıdır.
Benzer birçok örneği de siz ekleyiverin…