Bir takım arızaların, aksaklıkların, olumsuzlukların düzelmesini istiyorsak, öncelikle bu olumsuzlukların kendimizle olan bağlantılarını değerlendirebilmeliyiz. Toplumda yalancılık hastalığı yayılmışsa biz de bunun içinde miyiz değil miyiz, ne kadar etkilendik ne kadar etkiledik, ne yaptık ne yapmadık, ne yapabiliriz neleri yapmamalıyız diye düşünüp kendimize göz gezdirebilmeliyiz.
Bir kere “Neden böyle olduk!” diyebilmemiz için böyle olduğumuzun farkına varabilmeliyiz.
Öyleyse önce şuradan başlayalım:
Önceden nasıldık ki şimdi böyle olduk?
Böyle olmak nedir?
* * * * * * * *
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki sanatçısı sanatçı değil, ressamı ressam değil, doktoru doktor değil, eczacısı eczacı değil, öğretmeni öğretmen değil, tüccarı tüccar değil, dindarı dindar değil, devleti devlet değil, kusura bakmayın bunu da söylemek zorundayım, insanı insan değil.
Okullarda öğrencilerden çeşitli bahanelerle sık sık para toplanıyor. Bunlar öğretmenler aracılığıyla yapılıyor. İlkokul birinci sınıftaki kızımın 29 yıllık öğretmen olduğunu övüne övüne söyleyen öğretmeni diyor ki: “Falanca yerden 28 liralık kitap seti 30 liraya alınacak, 2 lirası bizde kalacak. Benim size bunu alın demem yasak. İsterseniz almayabilirsiniz ama herkes alıyor.”
Okula kayıt yaptırırken bağış istiyorlar, gönlünüzden ne geçerse verin diyorlar. Durumumuz müsait değil dediğimizde surat ekşitip sözlerini ağırlaştırmaya başlıyor, temizlik görevlisi hanımı gösterip “Yazık değil mi bu kadına, bunların parasını kim veriyor zannediyorsunuz!” diyorlar. Eşim isterseniz 10 lira verebilirim dediğinde “Biz başka okullar gibi sizden 400 - 500 lira istemedik ki, en fazla 150 - 200 vereceksiniz!” diyorlar. Eşim “Bakanlık bunu yasaklamadı mı, siz nasıl böyle bir şey isteyebilirsiniz” diyor. Müdürün yanında ayakta duran öğretmen hanım “Sen bakana bakma, o oy toplamak için öyle söylüyor!” diyor. Eşim “Şimdi sizin bu yaptığınız suç değil mi? Sizi bakanlığa şikayet etsem hakkınızda soruşturma başlatırlar!” deyince müdür elinin tersini sallayıp daha baskın bir ses tonuyla “Tamam bacım vermezseniz vermeyin!” diyerek kafasını çeviriyor.
Bu bizim yaşadığımızın sadece küçük bir kısmı. Ve bunun ülkenin her yere yayılmış bir bozukluğu olduğunu, bir çok kişinin böyle şeyleri sıradanmış gibi anlatmasından anlıyorum.
Şikayet için Milli Eğitim Bakanlığı’nı arıyorum, telefona bakan hanım bakanlık personeli oldukları halde kendilerinin bile bu zorunlu bağışı verdiğini, yapacak bir şey olmadığını söylüyor. Durum böyleyse sayın bakan gerçekten mi oy toplamak için açıklamalar yapıyor?
Sanatçısının sanatçı olmadığını örnek vermeme, uzun uzun açıklamama bile gerek yok. Kendisine sanatçıyım diyenler de bunu zaten biliyor.
Son yıllarda bizi insanlığımızdan utandıracak ne haberler okuduk. İnsanlık ölmüş diyen, dedirten ne olaylar yazıldı, gösterildi. Bununla ilgili bir tane bile örnek vermeye gerek duymuyorum. O halde “İnsanı insan değil!” dediğim zaman hiddetlenenler toplumumuzun artık alışılmış –hemen savunmaya geç, bağıra çağıra üste çık– davranışını sergilemiş oluyorlar.
Öğretmenler doğrudan para almasalar bile bir takım yerlerin ürünlerini sattırıyorlar, kendileri de karşılığında hediyeler alıyorlar. Aynı şekilde doktorlar da ilaç firmalarının mümessilleriyle görüşüp, hastalarına o firmanın ilaçlarını yazmaları karşılığında çeşitli hediyeler alıyorlar. Son yıllarda nice doktorun, nice eczacının kirli ilişkiler yüzünden yakalanıp tutuklandığını görmedik mi?
Bunlar toplumumuzun hastalığını gösteren bir iki örnek.
Şimdi ben diyorum ki:
Gelin çok daha geç olmadan bozulmuşluğumuzu, kokuşmuşluğumuzu görelim, buna karşı önlem alalım, düzeltmek, temizlenmek için çaba sarf edelim.
İnsanlık yönü ağır basan bilim adamlarından, din adamlarından, devlet adamlarından, halk adamlarından, sanatçılardan oluşan bir akıllılar topluluğu oluşturalım, kendilerinin kulu kölesi olalım, bizi bu çirkeften kurtarmalarını, gidilecek doğru yolu, yapılacak doğru işi göstermelerini isteyelim.
Bunları yapmaz da bir gün topyekün bir göçüğün altında kalırsak, nereden geldi başımıza bu felaket demeyelim.