- Beni zikr etmez el efsâne-i Mecnûn'a mâildir
Ne benzer ol bana derdi anun takrîre kâbildir - Beyâban-gerd Mecnûn'dan gam ü derdim suâl etmen
Ne bilsin bahr hâlin ol ki menzilgâhı sâhildir - Benim tek olabilmez şöhre-i belâ Mecnûn
Kabûl eyler mi bu rüsvâlığı her kim ki âkildir - Ne müşkil hâli olsa âşıkın maşûk eder çâre
Ger ol bîderd bilmezse bu hâli hâl müşkildir - Firâk eyyâmı seylâb-i sirişkimden haber tutmaz
Kıyâmet mâcerâsından gör ol zâlim ne gâfildir - Fakîh-i medrese mazûrdur inkâr-i aşk etse
Yok özge ilmine inkârımız bu ilme câhildir - Fuzûlî el seni Mecnûn'dan efzûn der melâmette
Buna münkir değil Mecnûn dahi makûle kâildir
- Eller beni anmaz, Mecnun efsanesine meyillidir. O bana nasıl benzesin, onun derdi anlatmaya elverişlidir.
- Çöllerde dolaşan Mecnun'dan benim gamımı ve derdimi sormayın. Yurdu sahil olan denizin halini ne bilir.
- Mecnun belada benim gibi şöhret sahibi olamaz. Böyle rüsva olup dillere düşmeyi hangi akıllı kabul eder?
- Aşığın ne güç hali olsa da sevgili çaresini verir. Fakat benim dert tasa bilmeyen sevgilim bu hali bilmezse halim o zaman haraptır.
- O zalimin ne gafil olduğunu gör ki, ayrılık günlerinde gözyaşı selimi görüp de Kıyamet'te başa geleceklerden habersizdir.
- Medresenin din âlimi aşkı inkâr etse mazurdur. Başka ilmini inkâr etmeyiz ama o bu ilme cahildir.
- Fuzûlî, taşlanıp kınanıp rüsva olmada herkes sana Mecnun'dan ileri der. Bunu inkâr etmez, akla yatkın olana Mecnun'un da aklı yatar.
Kültürümüzün ve medeniyetimizin kaybedilmemesi, nesilden nesile aktarılarak yaşatılması gereken önemli değerlerinden biri Mecnun’dur. İşini batırıp iflas eden bir tüccarı "Üzülme, canına bir şey gelmedi. Bak ailen de seninle beraber" diye teselli ederler. Çünkü bir imkân bulup bir gün işini yeniden kurabilir ya da başka bir iş yapabilir. Fakat canını ya da ailesinden birini kaybetse, bunu geri getirmenin imkânı yoktur. İşte Mecnun da bizim için bu kadar kıymetlidir. Çünkü Mecnun bizim kültür ve medeniyet binamızı ayakta tutan direklerden biridir. Daha da öte, ailemizden biri gibidir. Onu kaybetmek evimizin yıkılması ya da ailemizin bir ferdini kaybetmek gibidir. Benzer şekilde devletimiz bile yıkılsa canlar verir, çalışır didinir yeni bir devlet kurarız. Fakat kaybettiğimiz manevi değerlerimizin yerini dolduramayız.
Mecnun edebiyatımızda en çok işlenmiş figürlerden biridir. Fuzûlî de Leylâ ve Mecnun mesnevilerinin en güzellerinden birini yazmış bir şair olarak ona en çok değinen şairlerimizin başında gelir. Şairler zaman zaman Mecnun'a rakip olmuşlar, bazen ondan ileri gittiklerini iddia etmişler, bazen de övgüyle yüceltmişlerdir. Mecnun'u böyle çeşitli hallerde anmalarının nedeni, ona olan saygılarını göstermek, onun yolunda gittiklerini belirtmektir.
Mecnun neden bu denli önemli bir figürdür ve mutasavvıflar, şairler ona böylesine kıymet vermişlerdir? Çünkü Mecnun yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) başta olmak üzere peygamberleri ve onların yolunu temsil etmektedir. Mecnun kendisi mecnun olmayı seçmemiştir. Leyla'nın aşkı onu çöllere düşürmüş, ona halk Mecnun adını takmıştır. Peygamberimiz (sav) de aynı şekilde bana mecnun desinler diye Hak yoluna girmemiştir. Ona başkaları mecnun demiştir. Sâffât suresi 36. ayette geçtiği gibi Kuran'da birçok yerde Peygamber'e mecnun dediklerinden söz edilmektedir: “Biz, mecnun bir şair için ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?”
Dört beytinde Fuzûlî Mecnun adını ansa da adeta gazelin tamamı Mecnun’la bağlantılıdır. Çok kişi belki fark etmemiştir ama ince zekâsı ve derin ilminin eseri olsa gerek, Fuzûlî’nin şiirlerinde yer yer ince bir mizah vardır. Zaten çoklarının ciddiyet yüklediği şeylerde deli yani mecnun olanın mizah bulması oldukça makuldür. Kendi kendine gülene boşuna deli dememişlerdir. Çocukların kendi aralarında gerçek gibi oynadıkları oyunlara büyükler güler. Arif de halkın hakikat gördüğü şeylerin geçiciliğini ve değersizliğini bilip çocuğa güler gibi onlara güler. İşte bu mizah da belki bu dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu hakikatinin bilinmesinden meydana gelmektedir.
Gazelin birçok beytinde olduğu gibi 3. Beytinde de Fuzûlî ince bir mizah dili kullanıyor ve “Bela yolunda Mecnun’u da geride bırakıp öyle yol aldım ki, artık bu kadarı da fazla diyecek ve böylece deli denilen Mecnun benimle kıyaslandığında akıllı sayılacaktır” diyor.
Fakat her şakanın arkasında bir gerçek bulunması gibi, bu mizahın ardında da bir hakikat yatıyor. Fuzûlî, eski şiirlerimizde sıkça söylendiği gibi aşk ve bela çöllerine akılla gidilemeyeceğini, akla bağlananın böyle bir rüsvalığı kabul edemeyeceğini söylüyor. Şunu bilelim ki, halk arasında akılsızlık olarak görülen aklı terk etmek, denize ulaşan damlanın deniz olması gibi, cüzi aklı terk edip külli akla teslim olmak demektir.
Bir hadis ve bir ayetle yazıyı tamamlayalım, tefekkür kapısını açalım:
Birisi Peygamber'e geldi, "Ya Muhammed, seni çok seviyorum" dedi.
Peygamber "Öyleyse belalara hazır ol" dedi. "Onlar hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar." (Mâide 54)
Not: Bu yazı 20 Kasım 2016 tarihinde MİLAT Gazetesinde yayımlanmıştır.