Yazacak konu sıkıntısı çektiğini söyleyen köşe yazarlarına şaşıyorum. Çünkü düşünen bir insan için hayatın her anı yazacak konularla doludur. Sıkıntı olsa olsa “Hangisini önce yazsam” kısmında olabilir. Bu onların hayattan ve halktan kopukluklarından kaynaklanıyor olabilir mi acaba?
Ramazan Bayramının ikinci günü sabahı sütlü kahve hazırlayıp televizyon kanallarında haberlere ve gazete ön sayfalarından alıntılara bakıyorum. Acele etmeden, düşüne düşüne kahvemi yudumlarken sehpanın hemen altında bulundurduğum küçük deftere daha sonra daha ayrıntılı yazarım diye kısa başlıklar ve cümlecikler not alıyorum. Biraz sonra yıkanıp kahvaltılık bir şeyler almak üzere dışarı çıkacağım. Ailece bir bayram sabahı kahvaltısı yağacağız. Henüz duştayken zihnim fikir ve düşünce hücumuna uğruyor. Not tutabileceğim herhangi bir araç yok. Çıkınca unutmaktan korkuyorum. Keşke düşünceleri kaydedebilen bir cihaz olsa diye düşünüyorum.
Hazırlanıp dışarı çıkıyorum. Hava çok sıcak. Bisikletle caddelerden, sokaklardan geçerken kavurucu hafif esinti saçlarıma, yüzüme dokunuyor. Yıllardır gördüğüm fakat hiç yakınlarında oturmadığım için pek yolumun düşmediği küçük börekçi dükkânının önünde bisikletten iniyorum. Dışarıda kapının önünde kendi aralarında konuşan üç genç var. Sıra mı beklediklerini yoksa birini mi beklediklerini anlayamıyorum. İçeri girip selam veriyorum. Yirmi beş yaşlarındaki saygılı, temiz yüzlü börekçi genç benden önceki müşterinin böreğini tartıp paketliyor. Börekçi bana dönüp “Hoş geldin abi” diyor. Sıranın bana geldiğini düşünüp biraz peynirli, biraz kıymalı börek istiyorum. “Kusura bakma abi, hemen sana da bakacağım” deyip dışarıda bekleyen gençlere ne istediklerini soruyor. Onların sıra beklediklerini böylece anlıyorum. Börekçinin davranışını içimden takdir ediyorum. Çünkü benzer yerlerde kaç kere işyeri çalışanlarına “Bizim millet sıra beklemeyi bilmiyor, bari siz sıraya sokun, bekleyenlere haksızlık olmasın” diye çıkışmışlığım var.
Daha sonra benim böreğimi hazırlarken tezgâhın üstünde duran 35-40 santimlik kare şeklindeki hiç bölünmemiş taze görünümlü böreğe gözüm ilişince, gösterip bu ne böreği diye sordum.
“Kürt Böreği” dedi.
Kürt derken Kürt kelimesinin ağzından belli belirsiz, sinik, daha sessiz, utangaç, sanki doğrudan anlaşılmaması için yuvarlanarak çıktığını hissettim. O an zihnimden bu ülke insanlarını birbirine düşman etmek, bağlarını koparmak için oynanmış nice sinsi oyunların hatıraları gelip geçti. Daha yakın zaman öncesine kadar Kürt demek bile neredeyse yasaktı. Börekçinin ağzından çıkan kelimede bu eziklik, bu siniklik vardı. Çocukluğunun bir kısmı Almanya’da geçmiş bir Türk olarak yoldan geçerken aralarında Kürtçe konuşan çocuklara “Türkçe konuşun Türkçe” diye bağıran esnafı gördüğümde sanki bir Alman bana “Almanca konuşun, burası Almanya” diye çıkışıyormuş gibi gelirdi. Hâlbuki aynı esnaf İngilizce, Almanca, Rusça öğrenmek için para verip kursa bile giderdi. Öyleyse kendi aramızda olan bu hoşgörüsüzlüğün, sevgisizliğin sebebi neydi?
“Burada denedik ama pek tutmadı. Üstüne pudra şekeri atarak yeniyor” diye devam etti.
“Ben de benzettiğim için sordum zaten. İstanbul’da okurken yerdim, burada göremiyoruz” dedim.
İstanbul’da üniversite okuduğum yıllarda aynı zamanda Sultanahmet’te tam ana caddenin üstünde, şimdi tramvay geçen Divanyolu Caddesinde 36 numaralı Boğaz, Marmara, Ayasofya, Sultanahmet manzaralı odası benim olan Firuz Ağa Camiinin hemen karşısındaki 36 odalı Pırlanta Otelinde çalışıyordum. Sabah erkenden çıkar, aynı caddede 50-60 metre yukarıdaki küçük börekçide o zamanlar adını bilmediğim, belki de söylemeye çekindikleri bu börekten yerdim. O yıllarda duble çay vermek için de kullandıkları cam su bardağından şekerli sıcak sütle ne güzel giderdi.
On liranın üstü olan üç buçuk lirayı cebime koymaya ve hazırladığı paketimi alıp gitmeye hazırlanırken “İkram edeyim abime” dedi. “Yok, yok. İkram etme. Başka zaman gene gelir alırım” dedim. “Yok gitme, ikram edeyim abime tatsın” diye ısrar etti. Parasını vermeden almak istemediğim için henüz elimdeki üç buçuk lirayı tezgâhın üstüne koyup “Öyleyse yarım porsiyon yap. Kahvaltı yapacağız, çocuklar da tadına baksın” dedim. Bu arada zaten paketleyip yanına da biraz pudra şekeri sardığı yarım porsiyon kadar böreği öteki börekle beraber uzatıp diğer elinin parmak uçlarıyla cam tezgâhın üstündeki bozuk parayı nazikçe bana doğru sürüp “Bayram günü çocuklara ikramım olsun, afiyetle yiyin” dedi. Daha fazla ısrarın kabalık olacağını düşünüp parayı aldım ve iyi bayramlar dileyerek çıktım.
Bayram günü ne güzel bir kardeşlik örneğiydi. Çalışarak ve insanlara hizmet ederek temiz kazanç elde eden temiz bir insan. İnsanların en üstünü insanlara hizmet edendir. Hiçbir mesleğin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Fakat halâ ülkemizde mesleğinden, etiketinden, şöhretinden, ırkından, mal varlığından dolayı kendini ötekilerden üstün görenler vardır. Bu ülkede çalışan, çalışıp toplumun bir ihtiyacını karşılayan, eksiğini gideren herkes kardeşimdir. Çalışma imkânı olmasa da iyi niyet besleyen, düşmanlık gütmeyen herkes de kardeşimdir. Haksız kazanç peşinde koşmayan, sıra beklerken kurnazlık edip başkasının önüne geçmeyen, torpil yapmayan, torpil aramayan, adaleti bilen ve adaletli yaşayan, üç kuruşluk menfaat, şöhret, itibar için adaletsizliğe ortak olmayan da kardeşimdir.
Tüm kardeşlerimin bayramını kutluyor, Kürt Böreği tadında ve daha lezzetli nice bayramlar diliyorum.
Not: Bu yazıyı okuyup börekçinin nerede olduğunu merak edenler için söyleyeyim. Antalya’da Güllük Caddesinin Milli Egemenlik Caddesiyle kesiştiği yerde, Karaköy Börekçisi.