Ülkemizde Eğitim Sistemi dediğimiz zaman bundan şikâyetçi olmayanın neredeyse olmadığını görüyoruz. Her hükûmet ya da Milli Eğitim Bakanı değiştiğinde “Eğitimde köklü değişiklik”, “Eğitim sistemimizde devrim gibi yenilikler” benzeri başlıklarla haber olan değişikler yapılıyor. Buna karşılık, yapılan değişikliklerin aslında hiçbir yenilik getirmediğini, eğitimin gelişimine katkı sağlamadığını, aksine bazı durumların daha da kötüleştiğini hep beraber görüyoruz ve ümitsizce bir sonraki değişiklik ve yenilikleri beklemeye başlıyoruz. Bunun sonucu olarak da yavaş yavaş insanımızı, ahlakımızı, kültürümüzü, dilimizi, inancımızı kaybediyoruz. Bunların ne demek olduğunu imkân buldukça burada birer birer açıklamaya çalışacağım.
Peki, neden hep şikâyet edildiği halde somut tesbitler ve çözüm önerileri getirilemiyor? Bunun başta gelen sebeplerinden birinin adı, mevkisi ya da çevresi nedeniyle bazı kişiler devletçe önemli konularda karar verici olarak görevlendirilirken, halkın her kesiminin şikâyet ve fikirlerinin dikkate alınmaması olduğunu düşünüyorum. Buna kanıt olarak da fikirlerini beyan etmek, tesbitlerini sunmak ve çözüm önerilerini ortaya koymak üzere bir vatandaşın yıllarca çeşitli yollarla sayısız başvurusuna rağmen Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı, Antalya Valisi, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı, Antalya İl Milli Eğitim Müdürüyle görüşememiş olmasını söyleyebilirim.
Bunun yanı sıra nesiller boyunca önemli konularda etkilerinin olmayacağına inandırılmış halkımız şikâyet etmeye ve fikir beyan etmeye alışkın değil. Devletimiz yıllarca “Komünizm gelecekse de biz getiririz” mantığıyla yönetildi ve bu etkiden halâ tam olarak kurtulmuş değiliz. Son yıllarda ülkemizde yaşanan değişim ve yenilenme rüzgârını da arkamıza alarak her kesimden insanımızın fikir, tesbit, şikâyet ve çözüm önerileriyle Eğitim Sistemi de dâhil her konuda katkıları alınabilir. Halkın bildirimleri kesintisiz olarak katılıma açık ve daima dinamik olan bir merkezde toplanıp tasnif edildikten sonra ilgili birimlere yönlendirilebilir. Halkın doğrudan etkisinin olduğu katılımcı bir yönetim biçimi bu şekilde daha verimli olmaz mı?
Eğitim, kendilerine eğitimci diyen bir kesimin tekeline bırakılamayacak kadar kıymetli ve hayâtî bir alandır. Kaldı ki, eğitimcilik diye bir müessese yoktur, çünkü eğitim tüm toplumun ortak meselesidir. Bunu da kısmet olursa başka bir yazıda açmak isterim.
Şimdi bu ön bilgiye dayanarak neden bugüne kadar hiç tartışılmadığını anlayamadığım “Kantinler” konusunu ana hatlarıyla ele almaya çalışacağım.
Kantinler
En başta şunu söyleyeyim: Okullar ticarethane değildir. Okullar öğrenci öncelikli ve iyi yetişmiş öğretmenler eşliğinde çocuklarımızın, gençlerimizin ahlâkî, hayâtî, meslekî, insânî bilgilerle donatılarak her birinin ilgi duyduğu ve yeteneği olduğu alanlarda iş tutup kendine, ailesine, ülkesine, insanlığa faydası olacak insanlar yetiştiren kurumlar olmalıdır.
Kantinler dediğimiz zaman genelde sağlıksız beslenme akla geliyor. Hâlbuki sağlıksız beslenme aşağıda anlatacağım hususlardan sonra belki son madde olarak değerlendirilebilir. Öncelikle başka ülkelerden kısa birkaç örnek verelim:
Japonya’da Okul ve Yemek
Japonya’da okul yemeği eğitimin bir parçası. Japon çocukları her gün okulda verilen 45 dakikalık yemek arasında okul çiftliğinde kendi yetiştirdikleri yiyecekleri yerken geleneklerini, saygıyı, teşekkürü, temizliği, tutumluluğu, ortak çalışmayı ve birçok bilgiyi pratik olarak öğreniyorlar. Merak edip internette “School Lunch in Japan – It’s Not Just About Eating (Japonya’da Okul Yemeği – Mesele Sadece Yemek Değil!) başlıklı videoyu izleyenler, sadece günlük 45 dakikada uygulayarak öğrendiklerinin etkisiyle Japon çocuklarının büyüdüklerinde nasıl bu kadar saygılı, böyle çalışkan, sabırlı ve dürüst olduklarını daha iyi anlayacaklardır.
Amerika’da nasıl?
İnternetteki makale ve araştırmalarda gördüğümüz kadarıyla Amerika’da okul yemeğinin önemli bir kısmı ücretsiz ya da çok düşük fiyatlarla veriliyor. Kesekâğıdıyla (kahverengi paket diyorlar) yemeğini evden getirenlerin sayısı da oldukça fazla. Ev yemeği ve okul yemeği arasındaki seçim ailelere bırakılıyor. Bir yandan da Amerikalılar halâ ideal okul yemeğinin nasıl olması gerektiğini tartışmaya devam ediyorlar. Amerika ve yemek dendiğinde yaptığı çağrışım dünyaca bilindiğinden, araştırsak da Amerikalıların okul yemeği adetlerinden uzak durmamızda yarar olduğunu düşünüyorum.
Almanya
Almanya’da genelde okullarda kantin hiç yok. Anne babalar ya da çocuklar kendileri evde hazırladıkları günlük okul yemeklerini götürüyorlar. Alman okullarında Pausenbrot (ara aşı) ya da Zweites Frühstück (ikinci kahvaltı) denilip mutlaka yanında bir meyve getirilen genellikle evde hazırlanmış bir sandviç yemek adet halini almış. Çocuklar evden getirdikleri yiyecekleri sınıfta hep beraber yiyorlar.
Fransa
Kantin yönetimince önceden hazırlanan iki aylık yemek listesi bir uzman diyetisyene gönderilip küçük düzeltmeler yapılıyor. Hazır dondurulmuş gıdalar olmayıp çevre köyler ve çiftliklerden alınan yiyeceklerin tamamı günlük ve taze olarak mutfakta hazırlanıyor.
Örnek verdiğimiz ülkelerdeki varsa kantin sistemlerinin ticaret amacı gütmeyip öğrenci öncelikli faaliyetler olduğunu ayrıca hatırlatmamızda yarar var. Artık internette konuyla ilgili dünyanın her yerinden bilgiye ulaşmak mümkün.
Türkiye’de Kantinler
Ülkemizde kantinlerin çocuklar ve toplum üzerindeki ilk ve en önemli olumsuz etkisi insanları hazırcılığa, tembelliğe, tüketime ve israfa (dolaylı olarak da alaycılığa, baskıcılığa, hoşgörüsüzlüğe) alıştırması. Örneklerde de gördüğümüz gibi çoğu gelişmiş ülkede okullarda kantin yok ya da ticari değil (ki tek başına bu bile kantinleri sorgulamaya ihtiyacımız olduğunun bir göstergesi). Çocuklar yiyeceklerini daha sağlıklı ve daha ucuza evden getirebilecekken okulda bulunan kantinin varlığı aileleri de çocukları da bundan uzaklaştırmakta, ihtiyaçlarını kantinden almaya yönlendirmektedir. Böylece bütün toplum yaşantısının bugünü ve geleceği etkilenmektedir. En çok ekmek israf eden ülkelerden biri olmamızın sebebi bu durumla bağlantılı olarak incelenebilir.
Bunun yanı sıra çocuklar evden getirdikleri yiyecekleri yemek saatinde sınıfta birlikte yiyip sosyalleşme, paylaşma, bir takım şeyleri zamanında yapma ve düzene koyma gibi talimlerden mahrum kalmaktadırlar. Maddi imkânı olan öğrenciler empati kuramadan kantinlerden rahatça alışveriş yaparlarken imkânı olmayanlar içine atıp kantinlerden uzak durmakta, zengin fakir ayrımı ortaya çıkmakta ve bu durum da toplumun şekillenmesinde etkili olmaktadır.
Çocukların sosyal ilişkilerinde akranlarının ve arkadaş çevresinin kendilerine bakışı ve davranışı çok önemlidir. Onlardan ayrı kalma endişesi, dışlanma korkusu davranışlarda belirleyici rol oynar. Çocuk bu yüzden bireysel girişim ve davranış cesareti göstermekte zorlanır. Okuldaki ve sınıfındaki çocukların tamamı evden yiyecek getirmek yerine kantinden alırlarsa, bir çocuğun anne babası kendi çocuklarını evden yiyecek götürmeye alıştırmak istese de başarılı olamaz. Evden yiyecek getiren ve kantinden alışveriş yapmayan çocuklar arkadaşları ve kantinciler tarafından baskıya maruz kalmaktadırlar. Başka bir şehirden ailesiyle yeni taşınmış olan yedinci sınıftaki bir kız çocuğu evden yiyecek getirdi diye arkadaşları tarafından alay edilince bir daha evden yiyecek getirmemiş, kantinden alışveriş yapmaya başlamıştır. Ailelerin çocuklarına bireysel eğitim yoluyla olumlu davranış ve alışkanlık kazandırma girişimleri boşa çıkmakta ve onlar da çocuklarının diğerleri tarafından dışlanmaması ya da başka kötü muamele görmemesi için sineye çekip üstelememektedirler.
Kantinciler ticaret amacı güdüyor
Kantin işletenleri ve çalışanlarının da çocukların gelişimi ve toplum geleceği üzerindeki olumsuz etkileri incelenmelidir. Kantinciler işlerini ticari amaçla, kâr gözeterek yapan ve esnaf olarak adlandırılan kesimden olup çocuk gelişimi, davranış bilimi, ticaret ahlakı ve ilgili olabilecek herhangi bir eğitimden geçmemiş insanlardan meydana gelmektedir. Bu kişiler çocukları müşteri olarak görmekte, kazançlarını öncelikli tutmaktadırlar. Evden yiyecek, içecek getiren çocuklara tavır alıp sözlü müdahalede bulunabilmektedirler. Okullarda öncelikli olması gereken çocuklar, öğrenciler ve toplumumuzun geleceğidir kantin işletmecilerinin ticari kazancı değil. Bir peçeteyi çocuklara 10 kuruşa satan, tost alan çocuğa yanında içecek satmaya çalışan, evden çocuğuna yiyecek getiren anneye ters ters bakan, çocuğa ‘burada ayran yok mu sen dışarıdan getiriyorsun’ diyen, ayran için pipet isteyen çocuğa ‘benden mi aldın ki pipet istiyorsun’ diyen, marketteki 25 kuruşluk suyu çocuklara 1 liraya satan, küçücük çocukları borçlandırıp ailesinden para isteyen ve annesi ‘borca bir şey verme’ dediğinde ‘ben ne yapayım istiyor’ diyen, çocuk elli kuruşluk aldığı şey için bir lira verip para üstünü beklediğinde ‘sen bana elli kuruş verdin, yürü git hadi’ diye kızarak çocukların küçüklüklerinden dolayı çekingenliklerini istismar eden, çocukların okula gelen annelerini süzen kantinci sıradan örneklerdir.
Bir ara bir anne şunu anlatmıştı: Anneyle çocuk kantinden çiğ köfte alıyorlar. Yiyecekleri zaman çiğ köftenin küflenmiş olduğunu fark ediyorlar. İade etmek için kantine gelip kantinciye gösterdiklerinde kantinci ‘Neresi küflü bunun? Ne bu? Hani nerede küf? Küf müf yok, yürüyün!’ diye kızarak kovuyor.
Öğretmenlerse kantinin pahalı olduğunu bildiği için bir şey almadıkları gibi çayı da kendileri demleyebilmektedirler. Çocuk evden poğaça bile getirse kokuyor deyip çöpe attıran öğretmenler bile var. Çocuklarla, ailelerle görüşülmesi durumunda örnek veriler çoğaltılabilir.
Öğretmenlerin kantincilerle olan ilişkileri de incelenebilir. Öğrenci velisinin kapıyı çalıp odasına girerek özel bir şey görüşmek istediği ve o sırada kantinci ile oturup sohbet eden okul müdürü kantinciyi dışarı çıkarmamış, velinin özel olarak görüşmek istediği konuyu kantincinin yanında dinlemiştir ve daha sonra bu konuyu ilgili öğrencinin sınıf arkadaşlarının aralarında konuştuğu
gözlenmiştir.
Kantin sorunu nasıl çözülmeli?
Ailede olduğu gibi okulda olanların da tüm toplumun şimdiki ve gelecekteki durumu üzerinde baskın etkileri vardır. Bu kadar ve daha fazla olumsuz etkisi ile beraber gelişmiş ülkelerdeki yapı da göz önüne alındığında sunulabilecek gerçek ve doğru çözüm kantinleri tamamen kapatmaktır. TV, gazete, e-posta, SMS gibi araçlarla toplum bilgilendirilip aydınlatılabilir. “Bu kadar kantinci ne olacak” gibi bir soruyla gereğinden fazla uğraşmak sadece zaman kaybına neden olur ve belki de düzeltilmek üzere olan bir yanlışlığın düzeltilmesini engeller. Bunlar ticaret yapan insanlardır. Bir yerde işini kapatıp başka bir yerde devam edebilirler.
Bugüne kadar ülkemizde hiç gündeme getirilip tartışılmamış ‘Kantinler’ konusunu anlatmaya çalıştım. Burada meselenin bütün yönleri ele alınabilmiş değildir. Devlet kısa zamanda çözmek üzere bu konuyu ele almalı, çalışmalar yapıp ailelere, öğrencilere, öğretmenlere danışarak veri toplamalıdır.
Eşzamanlı olarak toplum bilgilendirilip geleneklerimiz, kültürümüz, inancımız göz önünde tutularak en doğru çözüm bulunmalıdır.
Not: Bu yazı 17 Kasım 2016 tarihinde MİLAT Gazetesinde yayımlanmıştır.