Eğitim sistemimizin 20. yüzyılın baskıcı Sovyet rejimine benzerliği hiç tartışılmış, bu konuda yazılar yazılmış, raporlar hazırlanmış mıdır bilmiyorum ve sanmıyorum. Fakat iddia ediyorum ki bırakın benzerliği baskı, çürüme, yozlaşma, seviyesizlik bakımından ondan çok daha kötü ve vahim bir durumda. Üstelik yalnızca Eğitim Sistemimizin Baskıcı Sovyet Rejimine benzerliğinden söz etmiyorum. Devlet sistemimizin tamamının Baskıcı Sovyet Rejiminin tamamına benzerliğinden söz ediyorum. Herhangi bir şahsı kastetmediğim için hiçbir devlet yetkilimiz üzerine alınmasın, devlet işleyişimizde, toplumun da içine sinmiş gizli bir diktatörlük var. Bu öylesine sinsice içimize işlemiş ki fark edebilecek ve anlatabilecek kişi sayısı parmakla gösterilecek kadar az desem yeridir. Bu söylediğimi ilk anda çok kişinin abartılı bulacağını ve inanmak istemeyeceğini tahmin edebiliyorum. Öyleyse buyurun, yazıyı okuyun ve öyle karar verin.
Geçtiğimiz yıl (2016) Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa eğitim sistemimizde kantinleri, öğretmenleri ve bugünkü halleriyle eğitime ve topluma verdikleri zararı delilleriyle anlatan üç uzun yazı yazdım. Yıllardır biriktirdiğim notları toparlayarak zor ekonomik koşullar altında iki ay boyunca ev kiramı, faturalarımı ödeyememe pahasına yazdığım bu yazılar ulusal bir gazetede yayımlanmasına, çeşitli başvurularla devlet kurum ve yetkililerine göndermeme rağmen ne herhangi bir devlet kurum ya da yetkilisinden, ne de Milli Eğitim Bakanlığından bana bir dönüş gerçekleşti. (Bu bile tüm devlet ve toplum yapımızın baskıcı Sovyet Rejimi dönemine benzerliğini göstermektedir.)
Hayli kısıtlı imkânlar nedeniyle ümitlerim kırıldığı halde her ne kadar vazgeçmemiş de olsam, belki mahkeme yoluyla sesimi duyurup bu çürümüşlüğü engelleyebilirim düşüncesiyle yıllardır yaptığım sayısız başvuruları çarpıtan, yanlış yerlere yönlendiren, kapatan, cevap vermeyen devlet yetkili ve kurumları hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanırken, 1 Eylül 2017 Cuma günü yani Kurban Bayramının ilk gününde 2016 Slovak yapımı şaheser bir film izledim. Herkesin aslında haklı olduğunuzu bildiği halde haksız olduğunuzu söylediği bir ortamda birdenbire size hak verdiğini söyleyen birinin ortaya çıkması gibi, filmi izleyince o kadar sevindim ki arka arkaya birkaç kez daha seyrettim.
Slovak Cumhuriyeti-Çek Cumhuriyeti (Çekya) ortak yapımı olup Slovak Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı desteğiyle Czech TV'ye yaptırılan ve orijinal adı "Ucitelka" olan filmin Türkçe adı "Öğretmen".
O zamanlar bir iken daha sonradan Çek Cumhuriyeti (Çekya) ve Slovakya olarak ikiye ayrılan Çekoslovakya’nın Bratislava kentindeki bir okulun bir sınıfı, öğrencileri, velileri ve yeni atanan öğretmeni etrafında geçen olaylar ele alınsa da film, yozlaşmış bir rejimin saf bir toplumu ne hale getirebileceğini anlatması bakımından, sadece bir film olmanın çok ötesine geçiyor. "Bu bir film değil! Bu, yüzyıllar geçtikçe daha da kıymetlenen ve okuyanın dönüp dönüp bir daha okuyacağı kitaplar gibi bir şaheser!" demekten ve amacım bir film eleştirisi yapmak olmasa da, bu şahesere övgüler düzmekten kendimi alamıyorum.
Baskıcı Sosyalist Sovyet rejimi, askeri darbeler, diktatörlükler yaşamamış ya da üzerinden uzun zaman geçmiş toplumlar için film anlamsız hatta saçma ya da mizahi gelebilir. Tam tersine, hiç mizahi değil. Haddinden fazla gerçek. Hatta film o kadar gerçekçi ki, anne babalar ve çocukları gördüğünüzde bunların gerçekten aynı aileden olduklarını düşünüyorsunuz. Bu filmde heyecan verici film efektleri yok, daha doğrusu efekt hiç yok. Her şey olduğu gibi. Nasılsa öyle.
Ve yine, yukarıda saydığım gibi dönemleri hiç yaşamamış bazı batı ülkelerine pek bir şey ifade etmeyecek, görünürde baskıcı Sosyalist Sovyet rejimi döneminin kısa bir kesitini anlatan bu film, bir zamanlar söz konusu baskıcı rejimle yönetilmiş ülkelere ifade ettiğinden çok daha fazlasını bizim ülkemize, bugünün Türkiye toplumuna ve eğitim sistemine ifade ediyor.
Petr Jarchovsky'nin 1970'lerde yaşadığı gerçek olaylara dayanarak senaryolaştırdığı hikâyeyi Jan Hrebejk yönetmenliğini üstlenip sinemaya aktarmış.
Öğretmen
Bratislava'da 1983 öğretim yılı başında bir ortaokula atanan öğretmen Maria Drazdikova ile ilgili şikâyetleri ve bazı durumları görüşmek üzere ilgili sınıfın öğrencilerinin anne babaları özel bir veli toplantısına çağrılır.
Öğretmen Rusça, Slovakça ve Tarih derslerini işlemekle görevlidir. Sınıftaki ilk dersinde her öğretmenin yaptığı gibi kendini tanıtıp öğrencilerle tanışmaktadır. Fakat tanışırken uyguladığı yöntem, daha filmin başında izleyiciye, daha sonra olabileceklere dair ilk ipuçlarını vermektedir. Bayan Drazdikova önceden isimlerini kaydettiği not defterini açıp teker teker adını okuduğu öğrencilerden ailelerinin mesleklerini, ne iş yaptıklarını söylemelerini istemektedir. Daha ilk öğrenci kendini tanıtmak üzere ayağa kalkmadan, not almak ve işaretlemek üzere açtığı not defterini bir elinde tutarken diğer elinde tuttuğu kalemiyle "çıt çıt" sesi çıkararak yaptığı açma kapama hareketinin ne anlama geldiğini, filmi ancak birkaç kez izledikten sonra fark edebilirsiniz. Bundan da yola çıkarak diyebilirim ki filmi aynı belki de artan bir heyecanla tekrar tekrar izleyebilir, her seferinde yeni bir şey keşfedebilirsiniz.
Çocuklar teker teker ayağa kalkmakta, ailelerinin mesleklerini, ne iş yaptıklarını söylemekte, öğretmen elindeki kalemle not defterine küçük notlar almakta ya da işaretler koymaktadır. Burada hemen araya girip, yukarıda bahsettiğim önceki yazılarımdan birinde geçen paragrafı hatırlatmak zorundayım.
Şöyle demiştim:
Okullarda çocukların ve ailelerinin özel hayatına dair bilgi toplayıcı anketler doldurtuyorlar. Bir keresinde bir öğretmen sınıfta "Bana bütün sırlarınızı yazın, ailelerinizin haberi olmasın" diye bir çalışma yaptırıyor. Hemen bütün öğretmenlerin çocuklara sorduğu sorulardan biri mutlaka "Baban ne iş yapıyor?" oluyor. Bu bilgileri toplayıp ne amaçla kullanıyor, nerede değerlendiriyorlar?
Daha okul başlangıcının ilk saatinde hangi öğrencilerin durumlarının iyi, hangilerinin kötü olduğu hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz. Günümüz Türkiye’sinde hem öğretmenlerin hem de toplumun çoğunluğunun "Ne var ki bunda? Hem öğretmen hem de öğrenciler birbirini daha yakından tanımış oluyorlar. Bunun neresi kötü?" diyeceğini biliyorum. Medeni bir toplumda kimse özel hayatına, ailesine dair bilgileri herkese açmaya zorlanamaz. Öğretmenin bu davranışıyla daha okulun başında öğrenciler ve aileleri fişlenmekte, öğrenciler arasında sınıflaşma ve ayrışmanın tohumları atılmakta, öğretmen ailesine göre öğrenciye geliştireceği davranışı az çok belirlemektedir.
Veli Toplantısı
Öğretmen Drazdikova ve yaptıkları hakkında bazı şikâyetleri görüşmek üzere bir araya gelen anne babaların başlarından geçenleri anlattıkları (ya da çekinerek anlatamadıkları) Özel Aileler Toplantısı, üç ailenin çocuklarının ve kendilerinin uğradıkları haksızlığı cesaretlerini toplayıp okul yönetimine bildirmeleriyle gerçekleşiyor. Aslında öğretmen Yoldaş Drazdikova'dan başöğretmen ve başka bir öğretmen de şikâyetçidir fakat başlarına bir şey gelmesinden çekindiklerinden kendi başlarına karar verip şikâyet edememekte, şikâyetçi anne babaların yeterli sayıya ulaşmasını ümit etmektedirler. İlk defa şikâyet bildirmeye gelen velilerden birinin "Ne kadardır durumdan haberdarsınız? Acaba şey olmasını mı bekliyordunuz?" diye sorduğu soruya "Ben başöğretmenim ancak Yoldaş Drazdikova parti başkanı (Komünist Parti). Eski kocası bir memurdu ve kızı Moskova'da yaşıyor" şeklinde verdiği cevap aslında birçok şeyi açıklıyor.
İşte tam da bu durum bizde bugün ve on yıllardır yaşananın en doğru açıklamasıdır. Filmde sözü edilen parti, tek parti iktidarındaki baskıcı Komünist Parti rejimidir. Bizde ise iktidar olsun, muhalefet olsun herhangi bir partiyle bağlantısı olanın devlet sisteminde neredeyse açamayacağı kapı yoktur. (Buna sendikaları, cemaatleri ve medyayı da eklersek sanırım abartmış olmayız.) Eski kocasının memur olması bizdeki "Bir yerlerde adamı olmanın", Moskova ise Ankara'nın karşılığıdır. Eğer film anlattığı dönemi doğru bir şekilde aktarmışsa -ki öyle olduğuna inanıyorum- bizim şu anki ve on yıllardır içinde bulunduğumuz durum, baskıcı Sovyet Sosyalist tek parti döneminden kat kat kötüdür. Çünkü filmde anlatılanlar baskıcı Komünist Parti devrinde geçerken bizde hâlen çok partili demokratik yönetim söz konusu olduğu halde kimsesi olmayanlar partili ya da adamı olanlar karşısında türlü haksızlıklar ve mağduriyetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Burada bir öğretmen ve eğitime, topluma, nesillere yaptığı kötü etkiler ele alınırken, bizde maalesef öğretmenlerin önemli bir kısmı (sayı veremiyorum, belki de çoğunluğu) böyle. Bugün ve on yıllardır Türkiye'de birçok işin torpille döndüğünü, zenginin her zaman avantajlı olduğunu ve kayırıldığını kim inkâr edebilir? Bunları herkes bildiği halde aynı şekilde herkes susmuyor mu? Ve susanların çoğunun susma nedeni kendisine ya da bir yakınına zarar gelebileceği endişesi değil mi? Daha da kötüsü haksızlığa tahammül edemeyip açıkça itiraz edebilenlerin (sayıları hiç de az değil) sesini kasıtlı olarak kimsenin duymadığı, resmi başvurularının dahi işleme konmayıp kapatıldığıdır. İnternet şikâyet eden mağdurların hiç duyulmayan ve karşılık görmeyen feryatlarıyla doludur. Merak eden hem internete hem de benim örnekler verdiğim önceki yazılarıma bakabilir. Öğretmenlerin yani memurun Milli Eğitim Bakanlığı yani Ankara tarafından korunup kollandığı mağdur aileler tarafından gözlemlenmektedir.
Tekrar filme dönecek olursak mağduriyetten ve haksızlıktan şikâyetçi anne babalar veli toplantısında şikâyetlerini dile getirirken, öğretmen Yoldaş Drazdikova'ya bazı isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılayarak yakınlaşmış ve bu nedenle torpilli olanların baskıları, haksız çıkarmaya çalışmaları ve iftira atmakla şikâyet edecekleri tehdidi ile ümitleri ve cesaretleri neredeyse vazgeçmeye varacak kadar kırılmaktadır. Üstelik bu ayrıcalıklıların sayısı kendilerinden daha fazladır. Öğretmen onlara çocuklarının çalışması gereken yerleri önceden söylemekte, kopya vermektedir. Benzer ve bazen çok daha kötü şeyler bizim okul aile birliklerinde ve veli toplantılarında da yaşanmaktadır. Torpilli ya da maddi durumu iyi olmayanlar diğerleri (özellikle sınıf annesi gibi kadınlar) tarafından baskıya maruz bırakılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin eğitim ve okul sistemlerinde sınıf annesi ya da okul aile birliği gibi uydurma kurumlar yoktur. Öğretmenler kendileri yapmaları halinde yasal olmayacak (bağış, eğlence partisi, gezi gibi) şeyleri sınıf annesi ve okul aile birliğine yaptırabilmekte, buna karşılık onlara ve çocuklarına iltimas geçmekte yani torpil yapmaktadır. Bu gibi yapılaşmalar eğitim sistemimizden derhal sökülüp atılmalıdır.
Filmden Notlar
Öğretmen gözünden düşürdüğü öğrenciyi sınıf içinde tüm çocukların önünde küçük düşürebilmekte, aileleri ve özel hayatlarıyla ilgili bilgileri açık etmekte sakınca görmemekte, parmak kaldırsa da söz hakkı vermemekte, notlarını kasıtlı olarak düşürebilmektedir. Herkesin bildiği basit bir soruyu ise parmağıyla işaret ederek sevdiği ayrıcalıklı öğrenciye cevaplatmaktadır. Öğrencilerin durumlarını ailelerine farklı anlatmakta, hem öğrenci hem de velilerin şevklerini, ümitlerini kırmakta, başarılı olabilecek çocukları başarısızlığa ve işe yaramazlığa sürüklemektedir. Öğretmenin çarpıtılmış kanaatinden etkilenen bazı veliler bu yüzden çocuklarına kötü davranabilmekte hatta şiddet uygulayabilmektedir. Arası iyi olduğu için sevdiği öğrenci sınıf içinde kötü söz bile söylese dönüp bakmamakta, görmezden gelmektedir. Bunların hepsi ve daha fazlası bizim okullarımızda haddinden fazla yaşanmaktadır.
Öğretmen Drazdikova'nın yaptıklarının tahammül ve sabır sınırlarını aşmasıyla beraber, uğradığı haksızlığa ve aşağılanmaya artık dayanamaz hale geldiği için okula gitmek istemeyen hevesli, zeki ve başarılı öğrenci Danka'nın sonunda intihar girişiminde bulunması bardağı taşıran son damladır. Öğretmenin baskı ve aşağılamalarının iyi bir öğrenciyi intihar girişimine kadar götürmesinin bizim toplumumuz için de büyük bir sembolik değeri vardır. Bunun anlamı, hakkı yenen ve hevesi kırılan nesillerle beraber bir toplumun tamamının geleceğinin bir çeşit ölüme sürüklenmesidir.
Önceki yazılarımdan birinde şunu demiştim:
Ülkemizin geleceği çocuklarımızı düşmana teslim edersek istikbalden ne bekleyebiliriz? Teker teker bakarsak bu öğretmenler çocuklarımızı heba ediyor. Toplu olarak bakarsak bütün ülkeyi ve geleceğimizi heba ediyorlar.
Kendisi de astrofizik profesörü olan Bay Litman'ın karısı ileri derecede başarılı ve yetenekli bir bilim adamı iken, ahlaki yozlaşma neticesinde bilimsel çalışmalarını kendi ülkesinde yapamadığı için başka bir ülkeye kaçmış, bu yüzden de hain ilan edilmiştir. Bu nedenle üniversitedeki görevine son verilen Bay Litman geçimini sürdürebilmek için bir cam silme işi bulup taşınmış, oğlu Karol da okul değiştirip buraya gelmiştir. Litman polis tarafından sürekli takip edilmekte, telefonları dinlenmektedir. Kocası ölmüş olan Bayan Drazdikova bu durumu da lehine çevirmeye çalışarak Litman'a göz koymuştur fakat o ise hâlâ karısını sevmekte ve takdir etmektedir. Litman'ın oğlu da böyle bir ilişkiyi benimsememekte, Drazdikova'nın annesinin yerini almasını istememektedir. Uzun uğraştan sonra istediğini alamayacağını iyice anlayan Drazdikova'nın şikâyet edenlerden birinin de o olduğunu öğrendikten sonra kızgınlıkla Litman'a söylediği şu sözler, haksızlığa maruz bırakılmanın ne olduğunu bilenlerin kulağında uzun süre çınlayacaktır: "Buraya biz hükmediyoruz Vaslav! Senin gibiler değil! Karol eğer tuvaletleri temizlemesine izin verirsek şanslıdır!" Bugün Türkiye'de de haksızlığa uğradığını dahi bilmeden, elinden iş geldiği halde bir kurumda hademeliğe, çaycılığa razı binlerce mağdur olduğundan eminim.
Şunu da önemle belirtmek isterim ki bilim, fikir ve sanatın takdir görmemesi sonucu başta bilim adamları olmak üzere üretken insanların ülkelerini terk edip çalışmalarını yapabilecekleri başka ülkelere yönelmeleri şeklinde de tanımlayabileceğimiz beyin göçünün büyüklüğü, o ülkedeki çürüme ve yozlaşmayla doğru orantılıdır.
Çürümüş, yozlaşmış sistem ve toplumlarda hak, adalet ve doğruluk aramanın zorluğunu ve insanın ne denli yalnız kaldığını anmışken, büyük düşünür ve edebiyatçı Cervantes'i ve onun şaheseri Don Kişot'u yâd etmeden geçmek olmaz. Kendi yaşayıp gördüklerimi filmde anlatılanlara ekledikten sonra Don Kişot'un verdiği mücadeleyi, yalnızlığını, çabasının zorluğunu ve Sanço Panza'nın neyi ifade ettiğini daha iyi anladım. Onu da belki başka bir zaman anlatırım.
Hem film hem de benim söylemek istediklerim elbette bu kadar değil. Fakat daha fazla ayrıntıya girmeye hem zamanım yok hem de zahmet edip buraya kadar okumuş olanın bundan sonrasına devam edip edemeyeceğinden pek emin değilim. Ayrıca tamamını anlatıp ilk defa izleyecek olanlar için filmin tadını kaçırmak istemem. Fakat eğitimle, toplumla, ülke ve insanlık sorunlarıyla ilgili insanların bu muhteşem filmi mutlaka tekrar tekrar izlemelerini tavsiye ederim. Üçüncü, dördüncü izlemeden sonra acaba kaçırdığım bir şeyler var mı diye filmin bir sahnesindeki duvar kâğıtlarını incelediğimi fark ettiğimde, filmin ne kadar ince işlenmiş bir şaheser olduğunu kendi kendime bir daha itiraf ettim. Sonradan fark edilen birçok ayrıntı, bu eseri meydana getirenlerin tecrübe ve gözleme dayalı gerçekleri işlemede çektikleri emeği ve gösterdikleri hassasiyeti kesintisiz bir övgüyle takdir etme hissi uyandırıyor. Büyük sanatçılar ve düşünürler yetiştirmiş bir toplumun içinden gelen sanatçıların el birliğiyle meydana getirdikleri bu şaheser filme ve emeği geçenlere bir kez daha teşekkür ve övgülerimi sunuyor, çalışkanlık ve doğruluğu tesis etmeye çalışırken toplumumuza ve ülkemize yolunu bulmada yardımcı olmasını diliyorum.
Kısmet olur da imkân bulursam ileride de eğitim sistemimizle ilgili daha önce hiç söylenmemiş şeyleri anlatmaya devam edeceğim.
Hem filmin hem de okuduğunuz bu yazının daha iyi anlaşılabilmesine yardımcı ve tamamlayıcı olarak aşağıda bağlantılarını verdiğim yazıları da okumanızı tavsiye ederim:
1- Eğitim Sistemimiz ve Öğretmenler (1)
2- Eğitim Sistemimiz ve Öğretmenler (2)
3- Eğitim Sistemimiz ve Kantinler
4- Bunu yapmazsak FETÖ temizliği boşa gider