Allah bir kez daha bu şanlı millete düşmanların kıskançlık ve korkuyla göğsünü daraltan, dostların kalbine ferahlık, yüzüne sevinç veren bir destan yazmayı nasib etti. Bu, tarihte görülmemiş alçaklık ve ihanet karşısında bir milletin hep beraber yazdığı tarihte görülmemiş bir kahramanlık destanı. Bunda da her destanda olduğu gibi adı öne çıkanlar var. Fakat onlar ad, şan, şöhret, menfaat, itibar için değil vatan için, millet için Hak yolunda canlarını öne çıkardılar. Bu cumhurbaşkanından başbakanına, genel kurmay başkanından bakanına, milletvekilinden polisine ve en önemlisi hiç korkmadan ve tereddüt etmeden meydana koşan yüce milletine kadar hep beraber kazanılan bir zaferdi. Onun için birinin adı eksik kalsa yüce ruhu, engin gönlü gücenir diye hiçbirinin adını anmayacağım.
Fakat hastane yatağında yatarken on sekiz yaşındaki gencimizi kurtarmak için nasıl onun üzerine atlayıp kendisini siper ettiğini ve bu arada bir bacağını kaybettiğini yüzündeki “İşte mutluluğun resmi bu!” dedirten gülümsemesiyle ve huzur dolu şefkatli ses tonuyla anlatırken “Bir bacak ne ki, vatan için feda olsun” diyen o hanım kardeşimizi izleyip de bir ömür boyu unutabilecek biri olduğunu sanmıyorum. Gene hastanede yatarken yüzündeki, gözlerindeki bütün saflığıyla “Sana kardeşim diyorum, niye halâ ateş ediyorsun” diyen amcamız gibi bir kahraman hangi milletin içinde var? Halâ ayakta dimdik bir vaziyette kolunu nasıl kaybettiğini gülerek anlatan kardeşimiz… Kendisini tankın önüne atıp tank üstünden geçtikten sonra ikinci tankın da önüne atlayan korkusuzumuz… Darbeci generali hiç düşünmeden alnından vuran kahraman şehit astsubayımız… Meclis bombalanırken “Burayı terk edersek halk da çekinir. Bizim yapacağımız, burada ölmektir” diyen bakanımız… Almanya’ya kaçtı yalanıyla halkın gözü korkutulup caydırmak istenirken düşmanın planını suya düşüren dahiyane taktiklerle uçağını İstanbul’a indirtip, canlı yayında halka bunun bir vatan savunması olduğunu anlatıp liderliğini ispat eden cumhurbaşkanımız… TV’ye bağlanıp “Bunu yapmaya kalkanlar bedelini en ağır şekilde ödeyecekler” diyen başbakanımız… Ve saymakla bitmeyecek daha nice kahramanımız…
Er odur Hak yoluna baş oynaya
Döşekte olan yiğit murdar olur
deyip döşekte ölmeyi murdarlık sayan bu millet o şanlı tarihindeki şanı, şöhreti nasıl hakettiğini, nasıl kazandığını bir kez daha gösterdi.
Böylesi bir kahramanlık görmeyi beklemedikleri ve hayal etmedikleri için buna tiyatro diyenler oldu. Millet olarak onlara şu cevabı verdik:
Tiyatro bizim kültürümüzde yoktur, batı kültürüdür. Biz destan yazarız!
Türkler asker millet derlerdi. Böyle söylemenin doğru olmadığını, insanları militarizme, darbe yönetimine yönlendirdiğini, bir toplumun işlerinin yürüyebilmesi için her meslekten insana ihtiyacı olduğunu düşünürdüm. Fakat 15 Temmuz 2016 gecesi gördük ki Türk milletinin askerliği böyle zamanda olurmuş. Bir gecede sayısız düşmanın kırk yıllık saldırısını püskürttük. Bütün bir halk bir anda öyle bir organize olduk ki sanki darbe değil de darbeye direniş önceden planlanmıştı. Hak için, vatan için halkça bir olup bunun bir ulus, bir millet, bir toplum değil, Hak ordusu olduğunu gösterdik. Bu bir darbe girişimi değil savaştı. Halkın direnişi de demokrasi için değil Hak için, vatan içindi. Unutmamalıdır ki ahlak demokrasiden üstün bir değerdir ve bu millet ahlak sahibidir.
Bu durumda şunu öğrendik: İki türlü güçlü ordu vardır. Biri silah, techizat, teknolojisi olan bir ordu, diğeri imanlı ordu. Bunlardan birincisi, ikincisine yenilmeye daima mahkumdur. Böyle demekle silahın, teknolojinin gücünü değersizleştirmiş olmuyoruz. Buna ayrıca değinenler mutlaka olacaktır. Bir Türk atasözü şöyle der: “Alet işler el övünür.” ????
Şunu da söylemek istiyorum ki aramızdan ayrılan fakat kalplerimizde, anılarımızda hiç ölmeyecek olan şehitlerimiz için üzülmüyorum. Biz üzülürsek onların temiz ruhları da üzülür. Onlar canlarını verilebilecek en güzel yolda verdiler. Bedenlerini kendilerinden sonrakiler için feda ettiler. İşte ebedi mutluluk budur ve inancımıza göre onlar ebedi huzur içinde olacakları yere varmışlardır bile.
Sağ kalıp bedeninin bir parçasını kaybeden kahraman gazilerimiz için de üzülmüyorum. Çünkü onlar korkusuzca düşmana direnerek en büyük mutluluğu tatmışlardır, bizim üzülmemizi de istemezler. Allah onları “Onlara korku yoktur, hüzünlenmeyeceklerdir de” mertebesiyle şereflendirsin.
Kahraman şehitlerimizin kalan yakınları için de üzülmüyorum. Onlar böyle kahramanların yakını olma şerefiyle şereflenmişlerdir. Nesilden nesile övünçle kahramanlarını birbirlerine anlatacaklardır. Kendileri de bir daha böyle bir şey olsa kahramanca öne atılacaklardır.
Nasıl oldu da bu duruma geldik?
Bu hainlerin bunca sene sinsi sinsi nasıl devleti, ülkeyi, toplumun bir kısmını ele geçirdiğini anlatmayacağım. Bunların analizi zaten bolca yapılıyor. Burada asıl hayret verici olan bir milletin hiçbir hazırlığı yokken nasıl bir anda Hak uğruna, vatan için, çocukları, gelecek nesilleri için canlarını ortaya koyup birleşiverdiğidir. Ve neden daha önceki darbelerde halkın böyle bir girişimi olmadı? Kendi seçtikleri başbakan idam edilirken neden kimsenin sesi çıkmadı?
Bunların en güzel cevabını elindeki bayrağı sallayarak meydana çıkıp “Tankların önüne yatarız gerekirse! Yeter! Yeter! Yeter! Bu ülkeyi kimseye bırakmayacağız artık. Şurda 15 yıldır insan anlamında insanlığımızı fark ettik biz!” diye bağıran üç çocuk annesi kahraman kadınımız verdi. Benzer bir durumu “Chavez gelene kadar bir hakkımız olduğunu bile bilmiyorduk” diyen Venezuelalı yoksul semtin kadını da anlatmaktadır. İsteyen bunu “Demokrasi Savaşı (The War On Democracy)” adlı belgeselde izleyebilir.
Evet! Toplum, halk bir zamandır insan yerine kondu. Artık Avrupa’da olan şeyler burada da vardı. Halka fikri soruluyordu. Sağlık sistemi gelişti. Gelirler arttı. Neredeyse artık herkesin hem de en iyisinden arabası oldu. Yukarıda anılan belgeseli izleyince görüyorsunuz ki darbe yapılan Güney Amerika ülkelerinde de zenginler, yoksullara haklar tanınmasından rahatsız oluyorlar hatta ülkelerini bile terk ediyorlardı. Bizde de ayaklanmaları, isyanları halkla, yoksulla hiç alakası olmayan zenginler desteklememiş miydi?
Halkın kendine güveni geldi. Yurt dışına gitmek isteyenlerin sayısı azaldı. Böylece ülkeyi daha çok benimseyip sahiplendiler.
Medyanın tekelden kurtulup çok sesli hale gelmesi de çok önemli rol oynadı. Güney Amerika liderlerine yapıldığı gibi halk kendi seçtiği lidere dış güdümlü medyanın diktatör demesine inanmadı. Önceki dönemlerdeki bastırılmış, sindirilmiş, korkutulmuş halkın yerinde kendine güvenen ve benimsediği ülkeyi, vatanı savunan bir ulus vardı.
Yöneticilerin, komutanların, güvenlik güçlerinin cesareti de halkın cesaretini kat kat artırdı.
Bir de bunun bir askeri darbe girişimi olmadığını, bir düşman saldırısı olduğunu, savaş ilanı olduğunu hepimiz bir anda anladık. Düşman belli olunca birleşmek de kolay oldu.
Sinsi emperyalist güçlerin artık savaşları eskisi gibi savaş olarak yapmadığını, bunun yerine terör örgütleri kurup ülkelerde karışıklık ve iç savaşlar çıkardığını biliyoruz. Ülkelerle savaşını bu sinsilikle yapmalarının sebebi şu: Bir ülkeye düşman saldırırsa halk birlik olur. Düşman belli olursa kime karşı savaşacağını bilirsin. Fakat terör içten olursa, kafalar karışır, kime, neye karşı savaşacağını bilemezsin. Dünya halkları da size uzaktan bakıp “Bu Müslümanlar ne kötü terörist bir topluluk! Sürekli birbirlerini yiyip duruyorlar!” der. Sen bile kendi kendini suçlamaya başlarsın.
Bir musibet bin nasihatten iyidir.
Bu musibet de bize çok şey kattı, çok şey öğretti. O hainlere direnen kahramanlar yeniden birbirimizi sevmemizi sağladılar, birbirimize olan şüphelerimizi dağıtmamıza yol açtılar. Sayelerinde asıl düşmanımızı gördük, birbirimize düşman olmadığımızı anladık. Bizi birleştirdiler. Onlara çok şey borçluyuz. Onlara madalyalar, ödüller vermek yetmez. Devlet kademelerinde önemli görevler verilmeli. Askerde öğrendiğim bir şey vardı: “Düşmanla çarpışırken lider vurulursa dağılmayacaksın. Kalanların içinden en dirayetli kimse hemen liderliği o alacak.” İyi asker, iyi komutan o an doğru kararı verebilendir. Beklemeye gelmez. Savaş, saldırı bir andır. Bizim kahramanlarımız da bir an bile tereddüt etmeden doğru kararı verdiler, canlarıyla öne çıktılar. Bu yüzden onlara devlet kademelerinde kritik görevler verilmelidir.
Artık şunu da öğrenmemiz gerekir ki insanları Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar diye ayıramayız. İyiler ve kötüler var. Müslüman olmayıp iyi olan nice insan olduğu gibi, Müslüman olup kötü olan nice insan var. Bu alçaklığı yapanlar da namaz kılıyorlardı. Bundan sonra insanları takkeye, cüppeye, kıldığı namaza göre değerlendiren aldanmıştır.
Şunu da öğrenmemiz lazımdır ki, ulusun her zaman, her dönem yeni, cesur liderlere ihtiyacı vardır lider de halktan biridir.
Ne Süleymân’a esîriz ne Selîm’in kuluyuz
Kimse bilmez bizi bir Şâh-ı Kerîm’in kuluyuz
diyen şair padişahlara düşmanlığından değil padişahların da Şâh-ı Kerîm olan Yüce Allah‘ın kulu olduğundan bunu söylemiştir.
Tek başkomutanımız var, başka başkomutan kabul etmeyiz demek bu kahraman millete yapılan büyük bir kötülüktür. Dünyada kötülük olduğu müddetçe kahraman milletimizin kahramanları, komutanları eksik olmayacaktır. Başsız toplum güçsüz olur, yolunu şaşırır. Burada önemli olan başın da bizden olmasıdır. Baş kuklaysa bedenin yapacağı bir şey yoktur. Tüm bedeni harekete getiren, yönlendiren baştır. Artık hayatta olmayan bir komutanı tek başkomutan sayar, ondan başkasına tabi olamayız derseniz bir savaş halinde ne yapacağınızı bilemezsiniz. Kendilerini hayatta olmayan bir komutanın askerleri diye adlandıranlar işte bu yüzden son vatan savunmasında yoktu. Artık kibir, düşmanlık, particilik, ideoloji saplantılarını bir kenara bırakıp bu zihniyetin birliğimize zarar verdiğini anlamamız gerekir.
Bizim ülke olarak, millet olarak direnişimiz Müslüman ülkelerin ezilen, zulmedilen, aldatılan halkına ümit olmuş, cesaret vermiştir. Bununla beraber tüm dünya halkları da bunu görmüş, onlar da ilham almıştır.
Çok önemli zamanlardan geçiyoruz.
Sadece biz değil bütün dünya, insanlık çok önemli zamanlardan geçiyor.
Ülkeler kendi orduları eliyle yerle bir ediliyor, şehirler yıkılıyor, insanlar topluca katlediliyor. Toplu halde insanlar bir kıtadan bir kıtaya yaz kış demeden yürüyerek gidiyor, öleceklerini bile bile teknelere doluşuyorlar. Ölüm tarihte olmadığı kadar sıradanlaştı. Biz elimizden bir şey gelmeden buna uzaktan bakıyoruz. Tarihin en önemli kırılmalarını yaşıyoruz ve biz buna şahit oluyoruz, bunun içinde yaşıyoruz, bütün bunlar gözümüzün önünde oluyor. Böyle önemli zamanlar aynı zamanda önemli değişim ve dönüşüm demektir. Nasıl bir değişim olacağını yakında hep beraber göreceğiz. Fakat insanlığın yeniden şekilleneceği yakın geleceği bizim olaylar sırasındaki eylemlerimiz de belirleyecek. Belirsiz bir kehanette bulunmak istemiyorum fakat şunu söylemek istiyor ve ümit ediyorum ki iyi bir budanma olacak. Çerçöp yakılacak, taze filizler çıkacak.
Son olarak bütün bunlara rağmen bu milletin sevinciyle sevinmeyen, üzüntüsüyle üzülmeyen, savaşında savaşmayan, barışında barışmayanlar mı?
Onlar zaten bu milletten değil.
Zaferimiz kutlu, barışımız, birliğimiz dâim olsun.
Cerrah Güner Fuzûlî, 1 Ağustos 2016