- Ârızın görse felek mihr bırakmaz âye
Zerre zerre kılar anı bırakır sahrâye - Leblerin aksin alıp bağa girer her dem su
Reşkten kan içirir berg-i gül-i ra'nâye - Yeridir aksine âyîne demir bend ursa
Ne için karşı durur sen kimi bî-hemtâye - Bulduğu yerde hasedden gün urur sâyene tîğ
Ki refîk olmaya sen mâh-i melek-sîmâye - Oka peykân dikilir gamzen için peyveste
Dokunur ta'ne oku kaşın ucundan yâye - Lâ'l-i nâbın sıfatı şehd-i musaffâdır lîk
Acı etmiş anı safrâ-yi hased sahbâye - Yâr salmazsa Fuzûlî sana meylin ne acep
Nice meyl etmek olur sen kimi bir rüsvâye
* * * * *
- Felek yüzünü görse aya sevgisinden soğuyup güneşin ışığını ona vurdurmayı terk eder de, zerre zerre parçalayıp ovaya, çöle bırakır.
- Su, dudaklarının yansımasını alıp her zaman bahçeye girer de, kırmızı gül yaprağına kıskançlıktan kan içirir.
- Görüntüne karşı ayna demirden set çekse yeridir. Haddine midir senin gibi benzeri olmayanın karşısında durmak.
- Senin gibi melek yüzlü ay parçası güzele yoldaş olmasın diye, güneş kıskançlığından bulduğu yerde gölgene kılıç vurur.
- Ok gibi bakışın için oka temren (ucundaki sivridemir) dikilir de kaşının güzelliği karşısında kınanması yaya daima ok gibi dokunur.
- Lal kırmızısı dudağın adeta süzülmüş saf baldır ama ta ciğerden (ciğerdeki sarı sudan) duyduğu kıskançlık onu şaraba acı etmiştir (Bal dudağının kıskançlığından şarabın tadı acı olmuştur).
- Fuzûlî, sevgili sana meyletmese yeridir. Senin gibi bir rüsvaya meyil mi edilir?
Tahayyül yani hayal gücünün Divan Şiirimizin tamamında önemli bir yeri olsa da, Fuzûlî gibi büyük şairlerde daha üst derecelerdedir. Çünkü tahayyülün, tasavvurun genişliği kişinin ilmiyle bağlantılıdır ve Fuzûlî de diğer geçmiş zaman şairlerimiz gibi geniş bir ilim, iman ve aşkla büyük şair olmuşlardır.
Sanat ve tahayyül demişken zamanımızda yanlış değerlendirilen bir kavrama da açıklık getirmek isterim: Yaratıcılık.
İngilizcede creativity diye bilinen ve türetilmişi olan kreasyonu bizim de kullandığımız yaratıcılık kavramı, bir sanatçının daha önce yapılmamış ve hayranlık uyandıran eserler meydana getirmesine denmektedir. İnsan nasıl Esmasından huylar edindikçe Allah’a daha da yaklaşıyorsa ve nasıl dağların göklerin yüklenemediği emaneti taşıyabiliyorsa, insandaki yaratıcılık da Allah’ın Yaratıcılığından cüzi bir emanettir. Aynı zamanda insan fikri ve iradesiyle diğer yaratılmışlardan ayrılır. Ortaya koyduğu fikrin ve eserin O’ndan olduğu bilgisi ile insan sanat icra ederse iman, kendinden bilirse küfür olur. Çünkü “Sana gelen iyilik Allah'tan, kötülük kendi nefsindendir.” – Nîsâ 79
Kelimelerin anlamı bizim onlara yüklediğimizdir. Aynı kelimeyi birçok kişi farklı manalarda algılayabilir. Yaratmak Allah’a mahsus diyerek bir kelimeyi düşmanlaştırıp yasaklamak, sanatçıyı kısıtlamayı (taassub) da beraberinde getirir. Kısıtlama ve taassub düşünceyi de kısıtlar ki bu “Düşünün” Emr-i İlâhîsine aykırıdır. Tasarımda, sanatta günümüzde başka birçok toplumun gerisinde olmamızın bu kısıtlamayla bir bağlantısı olabilir mi?
Gazelin dördüncü beytinde gördüğümüz gibi eski şiirimizde çokça kullanılan kavramlardan biri de güneşten gelen ışık huzmesinin (şua’) kılıca benzetilmesidir. Bu ise hem doğruluğun (istikâmet) hem de aydınlığın (nûr) temsilidir. Doğruluk hem keskin bir kılıç gibidir, bütün eğrilikleri, kötülükleri, günahları kökünden söker atar, hem de güneş ışığı ve huzmesi gibi karanlığı, küfrü aydınlatır, yok eder. Bununla beraber gazelin tamamında ve Fuzûlî’nin sair eserlerinde zengin bir tahayyül olduğunu görüyoruz. Günümüzde ressam, mimar, şair, yazar ve daha başka sanatçı ve sanatkârın bu edebiyatı ve şiiri öğrenmeleri onların yaratıcılıklarına önemli katkı sağlayacak, verimliliklerini artıracak, daima yeni fikirlerle yeni eserler üretmesinde etkili olacaktır. Çünkü sanatçının sanat ve tasarımının gücü, bilgisi ve hayal gücünün büyüklüğüyle doğru orantılıdır.
Not: Bu yazı 27 Kasım 2016 tarihinde MİLAT Gazetesinde yayımlanmıştır.