İlmin aşkla yoğrulup yokluk fırınında pişirilirken yanışından çıkan dumanın karasıyla yazılmış ve dünya şiirleri içinde dengi olmayan Divan Şiirimiz ne kadar zengin bir güzelliğe sahipse, Halk Edebiyatımız da kıymet bakımından ondan geri kalır değildir. Halk içinden ayrıcalıklı ya da seçkin olmayan herhangi biri derdini, elemini, sevgisini, neşesini öyle sade sözlerle dile getirir ki, şöhret sahibi şairler bir araya toplansalar benzerini yazamazlar. Çünkü halk içinden çıkan aşığın şöhret, mal, mülk, itibar derdi yoktur. Yunus gibi o, içindekini süsleme kaygısı olmadan dışarı çıkarır ve onu güzel kılan da budur. Çünkü doğru ve güzel söz hangi dil ya da şiveyle söylenirse söylensin doğru ve güzeldir. Bunun manası aynı zamanda şudur: Dış görünüşüne, etiketine, zenginliğine, mevkisine, şivesine bakarak kimsenin içinde ne olduğunu bilemeyiz. Okumamış öyle köylü vardır ki okumuş yüz şehirli onun bildiğini bilmez. Öyleyse insanlara karşı içimizde bir önyargı olacaksa o da saygı olmalıdır.
* * * * *
Yaşı belki yetmiş ya da biraz üzerindeydi. Kayalık uçurumun kenarında tekerlekli sandalyesine oturmuş kadın, denizin ötesindeki ufka ve dağlara dalgın, içli bakıyordu. Dünyanın en güzel şehirlerinden Antalya'da deniz kıyısında, falezlerin üstündeki parkta güzel bir sonbahar öğleden sonrasıydı. Yanından geçtiğimi hissedince ufuktan gözlerini ayırmadan başını hafifçe bana doğru döndürüp duyurmak ister gibi, ilk defa duyduğum ve sonradan bir türkü olduğunu öğrendiğim şu dörtlüğü söyledi:
Kayalardan kayarım
Yoktur benim ayarım
Ben bu dertten ölürsem
Kaderime sayarım
Bu söz bana çok dokundu. Aradan seneler geçse de sık sık hatırlayıp üzerinde düşündüm. Fuzûlî’nin
Olsa isti’dâd-i ârif kâbil-i idrâk-i vahy
Emr-i Hak isâline her zerredir bir Cebreîl
(Arifin anlayışı vahyi kavramaya elverişli ise, ona her zerre Hak emrini getiren bir Cebrail olur.)
Beytinde dediği gibi, bu sözün derinindeki manayı anlamaya çalıştım. Yaralı göğsünün içindeki dertli gönlünden çıkan sözler şöyle diyordu:
Kayalardan kayarım. İnsanın şu dağların, denizin, yeşilliğin eşsiz güzelliğine rağmen bu dünyadaki hayatı, şu kayalıklardan yuvarlanmak gibidir. Ne kadar çabalarsan çabala ömrünün kayıp giden bir saniyesini bile saklayıp bir kenara ayıramazsın. Kayalıklardan kayarken acılar içinde çarpıp yuvarlanması gibi bu dünyaya gelişi, ömrü ve gidişi insanın elinde değildir. İşte benim ömrüm de kayalardan kayar gibi acılar içinde, nasıl geçtiğini anlamadan, geri dönüşsüz, bir anda geçti, elimden kaydı gitti.
Yoktur benim ayarım. İnsan dünyaya yalnız gelir yalnız gider. Ne derdimi çeken, ne aynısını yaşayan ne de ortak olan bir dengim, eşim ya da yoldaşım var. Ayar tutmayan, başı dönmüş avare gibi şu dünya sahrasında dolanır dururum, kendimde değilim. Bununla beraber ruhumun derininden mücevher çıkarsam buna ayar biçecek, kıymetini bilecek sarraf yok.
Ben bu dertten ölürsem diyorum ama beni öldürse öldürse bu dert öldürür. Çünkü ne bundan ağır bir dert var ne başka ölümü ölümden sayarım ki, benim isteğim de zaten ölümümün bu dertten olmasıdır.
Kaderime sayarım. Bitkin bedenime, kırışmış tenime, hüzünlü yüzüme bakıp da bu dert ve çile yüklü ömürden sonra mutsuz olduğumu ve isyan ettiğimi sanmayın. O gördüğünüz solgun bedenin içinde hesaba çekilmiş temiz bir vicdanla beraber, hakkımda yazılmış olana ve Yazan’a yönelmiş Rıza veTevekkül neşesi var. Zenginlik kanaattedir. Huzur teslimiyettedir. Günahlarımın ağırlığı belimi böyle büktü ama ümidim ve dileğim kaza ve kadere razı, isyandan uzak ve daima şükür hali içinde bu dünyadan ayrılıp huzura varmaktır.
Not: Bu yazı 4 Aralık 2016 tarihinde MİLAT Gazetesinde yayımlanmıştır.